Milano, gitmeye karar verdiğimde aslında beni hiç heyecanlandırmamıştı, onunla ilgli okuduklarım hep soğuk bir italyan kenti olduğuydu.. Ama dönüşüm itibariyle Aralık ayında, yılbaşı kutlamaları yavaş yavaş başlamışken 2-3 gün için gidilebilecek en hoş avrupa şehrilerden biri olduğunu söyleyebilirim.
Milano uçuşumuzu Malpensa Havalimanı’ na yaptık. Malpensa havalimanı diğer havalimanlarına kıyasla daha uzakta ama Milano’nun en büyük havalimanı. Şehire ulaşım oldukça kolay, farklı tercihler yapabilirsiniz. Bizim seçimimiz trenden yanaydı, Terminal 1 – Level 1’ den kalkan Malpensa Express ile Milano Central’e kolayca varabildik. Tren cazip gelmiyorsa, otobüs ya da malpensa shuttle’larını da kullanabilirsiniz. Taksiyle gelip gitmek içinse bence uzak ve pahalı.
Pasaporttan geçer geçmez bilet gişesine giderek gerçekleşecek ilk sefer için kişi başı 12 € olan biletlerimizi alıp , 30 dakikada bir kalkan trene yerleştik. 50 dakikalık bir yolculuk sonrası Milano Central Station’a vardık. Milano Merkez Garı hayatımda gördüğüm en büyük tren garı diyebilirim, içinde alışveriş merkezi, bir sürü cafe ve shop barındırıyor. Mimarisi ve süslemesiyle ziyaretçilerini kendisine hayran bırakıyor.
Diğer günler yeniden tren yolculuğu yapacağımız için istasyona yakın bir otel tercih etmiştik, gardan çıkıp hemen karşısında bulunan Starhotels Echo isimli otelimize varmamız sadece 5 dakika sürdü. Booking.com aracılığıyla seçmiş olduğumuz otelimiz bizi hayal kırıklığına uğratmadı, oldukça kısa bir zaman önce yenilenmiş, yeterli büyüklükte odalara sahipti, ve türk damak tadına çok uygun bir kahvaltı sunmuş olması da keyfimizi arttırdı doğrusu. Hiç düşünmeden oteli tavsiye ediyorum, yeniden gitsem kesinlikle tekrar konaklarım. Check-in saatinden önce gitmiş olmamıza rağmen 5 dakika içnde odamıza yerleştik ve kendimizi tam 12’de Milano sokaklarına attık.
Blog’umu takip edenlerin çok iyi bileceği bir şey, biz şehirleri yürüyerek keşfetmeyi seviyoruz. Yine öyle oldu. Elimizde haritamız, Milano Centrale’ye sırtımızı dönerek, karşımızdaki geniş caddeyi yürümeye başladık. Hedefimiz ilk olarak Duomo idi. Buraya varana kadar Via Vittor Pasani caddesini boydan boya yürüdük, Republica meydanını geçtik. Bu alanların büyük otellere, bankalara ve finans kuruluşlarına ev sahipliği yaptığını gözlemledik. Kısaca ilk dakikalarda Milano’nun en sıkıcı bölgesiyle tanışmış olduk.
Republica Meydanından aşağı içinip Turati caddesinin sonuna geldiğinizde (Piazza Cavour), karşınıza kemerli bir cadde çıkıyor, buradan itibaren Milano’nun en şık ve zengin bölgesine ayak basıyorsunuz, cadde boyunca bir çok ünlü markanın mağazaları sıralı olduğu gibi, bölgenin en pahalı yapılarından biri olan Armani Hotel ve Restaurant da bu cadde üzerinde. (Manzoni Cad.)
Bu cadde üzerine açılan çeşitli sokak ve başka caddeler bir arada altın dörtgeni oluşturuyor, Via Montenapoleone, Via della Spiga, Via Santo Spirito, Via Sant’Andrea ve Santa Maria Novella, Corso Magenta gibi yan sokakları dolaşarak, Dolce & Gabbana, Prada,Gucci, Tom Ford gibi moda öncülerinin mağaza ve vitrinlerini takip edebilir bütçeniz dahilinde ziyaret edebilirsiniz. Biz yılbaşı için süslenmiş vitrinlere hayran hayran bakmakla yetindik.
Bu bölgede biraz dolaştıktan sonra, Corso Venezia caddesinin üzerinden Duomo Meydan’ına vardık. Avrupa’nın tüm büyük kentlerinden alışık olduğumuz muazzam katedral manzaralarından birini daha yaşadık, ama itiraf etmeliyim ki bir Barcelona Sagra Di Familya ya da Strazburg Duomo kadar etkilenmedim.
Dünyanın en büyük gotik katedrali olan Milano Duomo, Milano şehrinin kalbi gibi, bu muhteşem katedralin içini gezdikten sonra, isterseniz 166 basamağı çıkıp, tepeye ulaşıp hoş bir manzaraya sahip olabilirsiniz, beni asıl şaşırtan bu kadar önemli bir yapının tadilatta olan kısımlarını perdelemek yerine üstüne kocaman led ekran reklamlar asılmış olmasıydı, açıkçası katedale bakıp dünya güzeli kızların resimlerini görmek butun o mistik havayı ortadan kaldırdı bizim için.
Aralık ayında ziyaret etmenin faydası : karşımıza Christmas Markt diye bildiğimiz yılbaşı marketleriiiii çıkıyor. Genelde yılbaşına yönelik şekerleme, kek, hamur işleri gibi ürünlerin ve minik hediyelik eşyaların sergilendiği küçük pazarlardan biri Duomo meydanında açılmıştı, tabi biz yine onu deneyelım bunu deneyelim derken 1 saat kadar vaktimizi burda geçirdik, böyle bir aktivite olmasa meydanda çok fazla yapılacak bir şey bulamazdık zaten.
Bu arada hemen bu noktada önemli yiyecek ip uçlarından ikisini veriyorum: Bu çevredeyken acıkırsanız ve sadece atıştırmalık bir şeyler isterseniz harika iki alternatifiniz var:
1- Duomo’nun yan sokağında minnacık bi dükkan var ”Luini”. Panzarottisi çok meşhur; mutlaka yemelisiniz. Önündeki kuyruk sizi korkutmasın o kadar hızlı ilerliyorki, alıp yiyip ikincisi için tekrar sıraya gireceğinizden emin olabilirsiniz. Bizim pişinin bir üst seviyesi gibi, içi peynirli, domatesli, zeytinli, vb. nasıl tercih ederseniz. (Via Santa Radegonda, 16)
2- Luini’yi geçip sola dönünce o sokağın ıcınde “Spontini” – take away bir pizzacı, super başarılı. Kocaman bir dilim pizza ve yanında italyan birası. Muhtesem bir atıştırmalık, denemeden dönmeyin.
Kaçamak atıştırmalığınızdan sonra girişlerinden biri Duomo meydanına uzanan Galleria Vittorio Emanuele II’e gidebilirsiniz. Burası Milano’nun en önemli binaları arasında; 1865 yılında yapılmış bu cam kubbeli bu muhteşem bina İtalya’nın en önemli markalarının mağazalarını barındıran bir pasaj. Hatta Avrupa’nın ilk alışveriş merkezi olarak anılıyor. Pasajın içinde çeşitli kafeler, kitapçılar, ve dünyaca ünlü markaların mağazaları bulunuyor. Galerinin tam ortasında, sırtınızı Duomo Meydanıan verdiğinizde, solunuzda yerde bir boğa tasviri göreceksiniz. Bu resmin ortasına topuğunu yerleştirip, bir dilek dileyip, Boğanın etrafında 3 tur attığınızda dileğiniz kabul oluyormuş efendim. Ben denedim, gerçekleşirse yine burdan sizinle paylaşacağım.
Galeriyi gezip hemen arka kapısından çıkış yaptığınızda La Scala Opera binasına ev sahipliği yapan Scala Meydanına çıkabilirsiniz. Burdan tekrar Duomo Meydanı’na geri dönüp meydana açılan Mercanti caddesi üzerinden ilerleyerek Via Dante’yi gezip, kaleye varabilirsiniz. Biz tam da bu istikameti takip ederek, önce Sforzesco Kalesini gezdik, ardından kalenin içinden geçerek Sempione Parkını dolaştık.
Bana sorarsanız Milano’da görülmesi gereken en önemli yapılar bu turun sonunda tamamlanıyor. Buna ek olarak Santa Marie Della Grazie Kilisesi’ne gidip (Piazza Santa Maria delle Grazie 2) içinde yer alan Leonardo’nun muhteşem tablosu ‘Last Supper – Son Akşam Yemeği’ni görebilirsiniz. ( Bu eseri görmek için birkaç hafta önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor, biz yer bulamadığımız için malesef gitmedik).
Bundan sonra gezeceğiniz Milano tamamen alışveriş, tasarım dükkanları, sanat galerileri, ve gurme mutfaklar üzerine kurulu olur bence 🙂 Ki bizimkisi oyle oldu:)
Park gezimizi de tamamladıktan sonra, kısa bir yürüyüşle Moscova Durağının bulunduğu Corso Garibaldi’ye vardık. Bu durağın ismini özellikle veriyorum çünkü metronun bu durağında inip yukarı çıktığınızda sizi Milano’nun en hoş bölgelerinden biri bekliyor. Corso Garibaldi ve Corso Como caddeleri üzerinde çok hoş tasarım butikler, minik sanat galerileri ve trendy cafeler bulmanız mümkün.
Bu noktada yine yiyecek ipuçlarına devam edebilirim: 1. Durağın hemen karşısında İtalyan klasiği olan ‘aperitivo’ molası için:
1.Cafe Radetzky(Largo la Foppa 5), aksam üzeri 5-10 € civarında değişen kokteylerinden ısmarlayıp açık büfesinden istediğiniz kadar faydalanabileceğiniz harika bir mekan.
2. Buranın hemen ilerisinde bölgeye özgü Panino’ları deneyebileceğiniz Panino Giusto var. Tiramisu ise efsane tanımlayacak söz bulamyorum. Denedik beğendikk!
3. Biraz daha ilerlediğinizde Porta Garibaldi’yi göreceksiniz, hemen yanıdnaki meydana bakan Eataly, İstanbul’da da şubesi bulunan harika bir italyan market, cafe ve restaurant, her katında başka bir italyan mutfağı lezzetini bulabilirsiniz.
4. Porta Garibaldi’nin hemen arkasında bulunan ve sadece yayalara acık olan minik sokak ise Corso Como, bir çok restaurant ve cafeyi barındıran bu sokağın en önemlı adresi ise “10 Corso Como”, adresiyle aynı ismi taşıyan bu bina adeta buradaki yapıların arasına saklanmış bir sanat cenneti gibi, içeri girdiğinizde sizi bol yeşillikli bir avlu karşılıyor, burası bir cafeyi, sanat galerini, tasarım ürünler satan bir mağazayı, kitapçıyı ve oteli bir arada barındırıyor. Biz mola vermek için bu harika mekanı seçtik, bizim için vazgeçilmez bir tat olmayı başaran Spritz ve yeşil zeytin ikilisiyle kısa bir vola verdiğimiz yapıda mağazayı ve kitapçıyı da dolaşarak keyifli bir zaman geçirdik.
İlk günün koşturmasını Ristorante Da Oscar’da bitirdik. Harika bir yerel italyan tratoria’sı. Oscar mekanın sahibi yaşlı amca, mutfaktan da kendisi sorumlu. Burada makarna yemeden kesinlikle Milano’dan dönmemelisiniz. Oscar soslu makarnalarının hepsi harika üzeri harika!! (Corso Buenos Aires Caddesi üzerindeki sokakların birinde yeri çok kolay Porto Venezia metro durağına 200 metre uzaklıkta, tam adres: Via Lazzaro Palazzi, 4)