Londra, yani Birleşik Krallık’ ın, İngiltere’nin başkenti, Kraliçe’nin ev sahipliği yaptığı asil şehir.
Aslında gezmesi çok keyifli, ama gitmesi çok zor olan şehir de diyebiliriz. En azından biz Türkler için uygulanan vize uygulamaları nedeniyle bu şekilde özetleyebiliriz.
Aralık 2012′ de Londra’ya gitmemizin oldukça özel bir sebebi var, canım Pıtırcan ve ben 10. yıl dönümümüzü kutlamak için aylar öncesinden bu özel şehri seçtik.
Londra’ya gitme planlarımıza ilk olarak vize işlemleriyle başladık. İngiltere vizesine başvururken etrafınızda türlü şehir efsanesi duyacaksınız, şimdiden söylemek istedim. ”Pasaportu alıp aylarca vermiyorlar.”, “Çoğu zaman reddediyorlar, sonra bir daha asla vize alamıyorsun!”, “ Off basvuruda sorguya çekiyorlar!” ve daha neler neler…
Zaten ilk paniği başvurunuzu başlatırken yaşıyorsunuz. İngiltere vizesi için ilk yapmanız gereken WorldBridge danışmanlık firmasının sayfasını detaylıca ve dikkatlice okumak ve site içindeki ingilizce formu doldurmak. Forma şuradan kayıt oluyorsunuz: http://www.visa4uk.fco.gov.uk/ApplyNow.aspx. Bu formda çok sayıda benzer soruya mantıklı cevaplar vermeniz ve soruların cevaplarının çelişkili olmamasına dikkat etmeniz gerekiyor. Sorular sonraki sıralarda tekrarlanabiliyor, bu sebeple önce ne cevap verdiyseniz yeniden aynı cevabı vermeye dikkat etmelisiniz.
Siteden soruları cevaplamaya başlamadan önce, İngilizce bilmiyorsanız yanınızda iyi İngilizce bilen birinin, pasaportunuzun, nüfus cüzdanınızın ve konaklayacağınız otelin adres ve telefonunun mutlaka hazır bulunması şart. İlk olarak bu bilgileri sisteme kaydederek cevaplamaya başlıyorsunuz.
Form internetten online olarak dolduruluyor, bu sebeple bir aşamaya kadar verdiğiniz cevapları kaydederek sonrasında tekrar devam etme şansınız var ancak son aşamaya geldiğinizde bir daha başa dönemiyorsunuz. Soruları bitirdikten sonra sistem sizden ödeme yapmanızı isteyecek, işte burası son kısım. “Short Term Visit” yani 6 aylık vize istiyorsanız, 78GBP yani 200 TL gibi bir tutarı kredi kartı ile ödüyorsunuz. Ödenecek tutar tercih ettiğiniz vize süresine göre değişiyor, bunu web sitesinin içinden öğrenebilirsiniz.
Formu tamamen tamamladığınızda sistem size otomatik olarak bir referans kodu yani başvuru numarası veriyor. Bu kodu kaydettikten sonra, https://www.visainfoservices.com/Pages/dest_org.aspx sitesine giriyorsunuz ve yine online şekilde vize başvuru ve belge teslim randevusu oluşturuyorsunuz.
Referans numaranızla randevunuzu aldıktan sonra, online başvuru formunun çıktısı ve gerekli belgelerle beraber randevu saatinde WorldBridge’ in merkezinde bulunmanız gerekiyor.
Web sitesinde “Requirements” kısmında klasik, istenen belgeler yazıyor. Ama maalesef istenenler çok açık yazılmamış, biraz sizin tercihinize bırakılmış, Schengen vizesi kadar standartları belli değil. Daha önceden yakın arkadaşlarım ve Pıtırcan İngiltere vizesi almışlardı, onların tecrübelerinden yola çıkarak hazırladığım belgeleri şöyle sıralayabilirim, ancak dediğim gibi vize merkezi belgelerin yeterliliği hakkında en ufak bir yorum yapmadığı gibi, kişiye göre ihtiyaçlar da farklılık gösterebiliyor. Özel sektörde ücretli çalışan ve 6 aylık turist vizesine başvuran biri olarak hazırladıklarım şöyleydi:
- İşyerinden alınan belgeler ( şirket vergi levhası ve imza sirküleri, çalışma belgesi, işe giriş bildirgesi, sgk hizmet dökümü, şirket vize talep mektubu, vb.)
- Pasaport aslı ve diğer ülke vize sayfaları ile ilk ve son sayfaların olduğu fotokopiler
- Son 6 aylık hesap hareketlerini gösteren banka cüzdanı ve son 6 aylık kredi kartı ekstresi
- Seyahat sağlık sigortası ( ayrıca yaptırmadım Özel Sağlık Sigortamın kapsamında olduğu için bunu belgeledim)
- 2 foto
- Evlilik cüzdanı fotokopisi
- Otel ve Uçak bilgilerimi ( e- bilet ve booking.com otel bilgisi çıktısı)
Eğer tüm bunları yapmak sizi korkuttuysa, aman ya bir şeyi yanlış yaparsam diye endişeniz var ise, tüm bu süreç için size yardımcı olacak bir turizm bürosuna ekstra bir hizmet bedeli ödeyerek vize destek hizmetinden faydalabilirsiniz. İtiraf ediyorum ben öyle yaptım:) Peki her şeyi biliyorsun da niye kendin yapmadın derseniz? Ben sadece her şey kusursuz ilerlesin istedim, sanırım şehir efsanelerinin etkisinde kaldığımı itiraf edebilirim:)
Peki görüşmeye gittiğinizde ne mi oluyor? Nerdeyse çantanız dahil, tüm eşyalarınızı bir kutuya kitleyip, elinizde sadece belgelerinizle değerlendirmeye giriyorsunuz, ilk bankoda belgeleriniz kontrol ediliyor, ikinci bankoda başvurunuz alınıyor ve takip numaralarınız veriliyor, üçüncü banko ise kapalı bir oda, burada göz taraması yapılıyor ve parmak iziniz alınıyor. Toplam işlem süreniz çok kalabalık yoksa 15 dakikayı geçmiyor, her şey ve herkes oldukça sistematik, kibar ama mesafeli. Sorularınıza cevap verilmiyor, çünkü büronun çalışanları vizenin verilmesi konusunda yetkin olmadıkları için sorularınızın cevapları hakkında da sorumluluk alamıyorlar. Başvurunuz tamamlanınca, içinizden artık hayırlısı inşallah alırız diyerek büroyu terk etme vakti geliyor.
Biz bu sürecin ardından tam 5 iş günü sonra, 6 aylık çok girişli vizemizi aldık.
Vize gelir gelmez, otelimizi kesinleştirdim, yılbaşı sezonuna denk geldiğimiz için oteller oldukça pahalıydı, ancak orda yaşayan sevgili Canawar’ın ( takma ismimiz budur efendim:) tavsiyeleriyle oldukça merkezi Westminster bölgesinde, St. Jame’ s Park metro istasyonunun hemen karşısında yer alan oldukça sevimli butik bir otelde konaklama şansına eriştik. Otelimiz “The Sanctuary House Hotel” ile görüşlerimi tripadvisor’da bulabilirsiniz.
Uçaklar, otel ve vize işleri bitince, az buçuk gezi planımıza göre önceden satın almama gereken bir iki bileti de online olarak satın aldım. Bunlar London Eye biniş bileti ve Madame Tussauds müzesi giriş biletiydi. İncelediğinizde göreceksiniz, bu biletleri tek tek almak yerine kombinler halinde almak çok daha ucuza geliyor, 20 GP’ ye varan indirimler yakalıyorsunuz. Ben de bu iki bileti aynı anda alarak biraz tasarruf ettim:) Ne de olsa Londra pahalı bir şehir ve para harcayacak çok yer var 🙂
Londra gezmekle bitmeyecek gibi bir şehir olduğu kadar, postlarıma sığdıramayacağım kadar yaz yaz bitmeyecek güzelliklere de sahip. Bu nedenle size Londra’ yı gün gün değil de gezdiğimiz yerlere göre anlatmayı tercih edeceğim, bu postta ise genel bilgileri ve otele kadar olan sürecimizi anlatmaya çalışacağım.
Biletlerimizi Pegasus ile aylar öncesinden almıştık, bu nedenle hedef havalimanımız Stansted Havalimanı oldu. Sabiha Gökçen Havalimanı’ ndan 10.15’ de başlayan Londra uçuşumuz gayet sorunsuz şekilde geçti. Yaklaşık 4 saatlik yolculuktan sonra havalimanına indiğimizde yerel saat 12.00 civarındaydı. Stansted Lonra’nın kuzeyinde yer alıyor ve Standsted Express denilen tren ile yaklaşık merkeze 45 dakikada ulaşıyorsunuz. Biz biletimizi uçağın içinde satın aldık, her 15 dakika da bir tren kalkıyor bu tren ile merkeze ulaşmak oldukça basit. Bileti uçaktan indikten alanın içinde yer alan sonra istasyondan da satın alabilirsiniz.
Uçakta yapmanız gereken önemli bir şey daha var, bu da ülkeye giriş için gerekli olan bilgi formunu doldurmak. Bu formu doldurmanız için uçakta dağıtıyorlar ama havalimanında pasaport kontrolünden hemen önce bulup doldurmanız da mümkün. Ama bu kartı pasaportunuz ile teslim etmeden giriş yapamıyorsunuz, bu nedenle mutlaka doldurmanız şart.
Pasaport kontrole geldiğinizde, yerel vatandaşlar ile EU vatandaşları ellerini kollarını sallayarak geçerken, siz non- EU olarak bir süre pasaport gişelerinde misafir ediliyorsunuz. İtiraf etmeliyim ki, bize denk gelen gişe memuru oldukça sertti, Pıtırcan ve beni resmen çapraz sorguya çekti. Bir ona bir bana bakarak sırayla “ kaçıncı gelişiniz, niye geldin, peki sen niye geldin, daha önce geldin, topraklarımızda tanıdıklarınız var mı, İngilizceyi nerden öğrendiniz, gerçekten burada yaşayan hiç arkadaşınız yok mu?” diye basit soruları ardı ardına sıraladı. Daha önceden bu konuda tembihlenmiştik, olsa bile İngiltere’de yaşayan tanıdığımız olduğunu ne başvuru esnasında ne de giriş kontrolünde söylemeyecektik. Neden bilmiyorum ama bence sizde bu konuya dikkat edin.
Yaklaşık 30 dakikalık bir beklemenin ardından önce diğer tarafa geçip, bavullarımızı aldık, ancak yine detaylı bir valiz taramasından geçerek toplamda 1 saat sonra ancak alandan çıkabildik.
Biraz hızlı hareket ederek 13.00 trenini yakaladık. Tren biletini uçakta alırsanız trene ilk binişte memura gösterdikten sonra o bileti saklamaya devam edin, çünkü bu bilet aynı zamanda dönüş biletiniz!
Tren şehir dışında 1, şehir içinde ise 2 durakta yolcu indiriyor. Biz son durak olan “ Liverpool Street” istasyonunda inip buradan sarı renkte olan “circle line” da devam etmek üzere metroya geçiş yaptık. Ve hiç hat değiştirmeden otelimizin önündeki istasyona kadar geldik.
Metro ve Otobüsler Londra için vazgeçilmez ulaşım araçları, özellikle de sürekli yağmur yağdığını düşünürseniz yürümek o kadar da kolay değil. Daha önceden aldığımız tavsiyeler üzerine trenden iner inmez “oyster card” satın aldık.
Bu kartın içine istediğiniz kadar para doldurup bitene kadar kullanabilirsiniz. Tüm zone’lar arasında sınırsız yolculuk hakkı sağlıyor, her kullanışta içinde bulunduğunuz zone’a göre uygulanan ücret toplam tutardan düşüyor.
Kartınızın içinde kalan tutarı da her kart basımında ekrandan görüp yeniden para doldurmanız mümkün. Kısaca Oyster Card Londra da ulaşım için kesin almanız gereken bir araç.
Londra metrosu bence müthiş bir mühendislik harikası ! Hatta Dünya’nın 8. Harikası 🙂 Çok sayıda hat, istasyon, ve bol kesişimler ve transferler sayesinde şehri kolaylıkla gezmenize yardımcı oluyor.
Biz ekstra bir metro haritasına gerek duymadık, almış olduğumuz haritanın bir kenarında “tube map” mevcuttu. Haritamız süperdi bulabilirseniz kesinlikle tavsiye ediyorum.
Buradan Sevgili Börülcem’ e yolculuk öncesi haritasını bizimle paylaştığı için teşekkürlerimi yolluyorum:)
Daha öncede dediğim gibi, otelimiz Westminster bölgesinde, St. Jame’s Park metro durağına 50 mt. uzaklıkta, 1 km çapında Thames Nehri, London Eye, Big Ben, Westminster Abbey ve Cathedral, Buckingham Palace ve St. James Park gibi birçok görülmeye değer yeri barındıyordu.
Modern tasarımlı çok şeker butik bir oteldi, özellikle odaya bırakılan hoşgeldiniz notu ve minik kurabiyeler harika bir süpriz oldu.
Otelimizin hemen yanında oraya gidince mutlaka tanışacağınız sandviç ve içecek zincirleri “Pret a Manger “ ve “Eat” vardır. Bizim için büyük şans ve sürpriz oldu, çünkü odamızı kahvaltısız almıştık ve her sabah otelden çıkıp buralarda kahvaltımızı yapıp yola devam edebiliyorduk.
İngiltere genel olarak senenin 10 ayı yağmurlu, puslu ve serin. Özellikle kış aylarında dondurucu bir soğuğu olduğu söylenmişti. Gittik gördük, doğrudur! Çok çok çok soğuktu 🙂 Ama o kadar şanslıydık ki orda olduğumuz 5 gün boyunca sadece 15 dakika yağmur gördük, bu da Londra’nın bize yıl dönümü hatırası oldu diyelim:) Soğuk ile başa çıkmak ise sıkı giyinmek, yün çoraplar, kulaklıklarla mümkün:) Soğuk havaya rağmen Londra’yı yürüyerek gezmek inanılmaz büyük bir keyif.
Bir de her metroda her istasyonda karşınıza çıkan “Mind The Gap” mevzusu var 🙂 Bu nedir ya, her yere de yazmışlar diyorsunuz..
Efendim cevabı şöyleymiş, Genelde istasyonlarda tren ile inilen platform arasında düşülebilecek kadar ciddi boşluklar var, iniş ve binişlerde bu boşluklara dikkat etmediği için düşen, yaralanan hatta ölen çok kişi olduğu için, metro istasyonlarına giriş yaptığınız andan itibaren hatta seyahat esnasında bile hem yazılı hem de sesli bir şekilde bu konuda uyarılıyorsunuz.
Akıllı İngilizler bu güzel uyarıyı çok kısa süre geçmeden ticarete de döküvermişler, her yerde üzerinde “mind the gap” yazan rozetlere, magnet ve kupalara, t-shirtlere ve aklınıza gelebilecek birçok objeye rastlamanız mümkün:) Lafı açılmışken söylemem gerek, Londra tam bir hediyelik eşya cenneti, her yaştan her kesime uyacak her türlü ihtiyacı karşılayacak hediyelikleri bulmanız mümkün, hatta o kadar çok ve cezp ediciler ki, bu kesenize biraz zarar verebilir, alışveriş postunda detaylı aktaracağım 🙂
Müzikal ve tiyatrolar açısından oldukça zengin bir şehir, dünyaca ünlü bir çok oyunu seyredebileceğiniz bir çok sahne mevcut. Victoria bölgesi ve Trafalgar Squer en önemli tiyatro ve müzikal sahnelerinin bulunduğu bölgeler. Şahşahalı tabelalarından çok uzaktan bile farkediliyorlar..
Biletleri internetten online alabileceğiniz gibi, tiyatro gişelerinden veya Leicester Squer’de bulunan TKTS gişesinden uygun fiyatlı biletler bulmanız mümkün. ayrıca hoşuma giden bir şeyi paylaşmak isterim, metro da yürüyen merdivenlerin kenarlarına minik duyuru panoları asılmış, sahnede olan tüm müzikal ve tiyatroların reklamı ve duyuruları yapılıyor, ne hoş 🙂
Kültürel anlamda oldukça zengin olan Londra tarih açısından da oldukça zengin görsellikler sunuyor, hem İngiltere tarihini, hem dünya tarihini hem de modern zamanları yakalayabileceğiniz çok sayıda müzeyi barındıran şehirde birkaç müze dışında nerdeyse tüm müzelere girişler ücretsiz. Ücretsiz olarak ziyaret edebileceğin yerleri aklımda kaldığında şöyle özetleyebilirim, Natural History Musesum, British Muesum, National Museum, Science Museum, Tate Modern, vb. Bu müzelerin içinde sergilenen birçok eserin geçmişte başka ülkelerin topraklarında bulunduğunu ve aslında buralara kaçırılmış olduğunu görmek ise işin acı ve ayrı bir boyutu. Özellikle British Museum içindeki birçok eserin, Mısır, Mezopotamya ve Türkiye topraklarından Londra’nın göbeğine getirilmiş olması kendi tarihimize nasıl sahip çıkmadığımızın en güzel göstergesi 😦 Sahip çıkamamış olsak bile dünya mirasının çok kıymetli parçaları olan bu eserleri mutlaka görmenizi öneririm. Londra müzeleri gezilmeden dönülmeyecek bir şehir.
Yemek konusunda oldukça geniş bir dünya yemekleri mönüsü hayal edin, işte Londra yeme içme kültürünü böyle özetleyebiliriz. İngiliz mutfak kültürü maalesef yok, bu nedenle geceler, Çin, Tai, Hint, İtalyan, Türk, Amerikan ya da Fransız mutfağı konusunda ise sayısız alternatif bulmanız mümkün. İngiliz mutfağı olarak nitelendirilebilecek iki şey mevcut bunlar Fish & Chips ve öğleden sonra 5 Çayı. Tabi bir de meşhur Pub kültürü ve eşsiz lezzette biraları var. Ama ben tüm yeme ve içme ye yönelik gözlemlerimi başka bir posta saklamak istiyorum.
Bu özet postta aklıma gelmeyen tüm detayları sonrakilerde bulacaksınız,
Sevgiler,
Pinkkleo