2. gün sabah erkenden yola koyulup adanın diğer koylarını keşfetmeye başladık. Otelden çıkıp adanın güney doğusuna doğru ilerlemeye başladığınız anda inanılmaz güzellikte koylar sizi bekliyor.

 

Adanın güney bölgesi kuzeyine göre daha yüksek. Yollar sizi ciddi yüksekliklere, uçurumlara, vadilere götürüyor, ama bununla beraber gelen doğa ve manzarayı anlatmam inanın çok zor.

Yol boyunca durup denize girebileceğiniz sayısız koy ve plaj var.

Koyların bir çoğu parasız olmasına rağmen, bazı yerlerde kurulan plajlara da 5 Euro karşılığında girmeniz mümkün, bu ücretin karşılığında şezlong ve şemsiye alabiliyorsunuz, tercih size kalmış.

 

 

 

Benim favorim yandaki “Livadi Beach”.

Uzun patika gibi bir yoldan inip muhteşem sahile vardığınızda koyun için de irili ufaklı mağaralardan oluşan başka koylarında olduğunu göreceksiniz.
Muhteşem!

Koyların arasından geçip vadileri aşarken muhteşem bir ihtişama sahip, lacivert deniz ile zümrüt yeşili ormanın arasında bir değerli taş gibi parıldayan bembeyaz bir yapıyla karşılaşıyoruz. Oldukça iyi korunuyor gibi, sağından solundan durup bakmamıza rağmen detayını malesef göremediğimiz bu yapının baş melek Mikail’e adanan “Arkangelou Kadın Manastırı” olduğunu elimdeki thassos kitapçığından öğrendim. Eğer ilginizi çekerse , ziyarete açık. Biz yol boyunca tüm koylara girip çıktık anacak denize girmedik. Son durağımız belki de adanın en meşhur koylarından bir olan “Alyki Beach” oldu.

Buranın en önemli özelliği ikiz bir koyu barındırması, incecik biri kara parçasının uzantısının hem sağı hem de solu koy halini almış muhteşem bir doğa harikası..

Turistlerin oldukça ilgisini çeken bir yer olduğu için tıpkı Potos gibi burda da kumsal ve cafeler iç içe girmiş durumda.

Bu koy içinde konaklama yapılabilecek küçük bir işletme var, ismi Aliki – House. Bu işletme misafirlere 3-4 ayrı evde konaklama imkanı tanıyan ve ev kiralayan bir yer. Evler oldukça şirin, abartıdan uzak ve denize nerdeyse sıfır, ancak bu evlerde kalırsanız hemen önünüzde yüzlerce kişinin denize girmesine ya da sabaha kadar bar ve cafelerde yemek yemesine katlanmanız gerekiyor.

Bence gündüz bir iki saatinizi keyifle geçirebileceğiniz bir yer ama sadece o kadar.. yine de sizin tercihinize kalmış.. 2 gün içinde limandan inip geldiğimiz son nokta olan bu koyla beraber adanın 2/3’sini tamamladık.

Geri dönüp akşama kadar bir kaç saatimizi yine Potos Beach’ te otelimizde geçirdik ve akşam yemeği için Limenaria bölgesine gitmeye karar verdik.

Burası adadaki diğer sahil kasabalarına kıyasla çok daha büyük bir yerleşim yeri. Ben Cunda’ya çok benzettiğim için oldukça sevdiğimi söyleyebilirim.

 

 

Uzun ve hareketli sahilindeki taverna, kafe, bar ve dükkanlar deniz kıyısında canlı bir atmosfer yaratıyor. Karşınıza denizi arkanıza şehri aldığınızda iskelenin sağında kalan ikinci restaurantı tercih ettiğimizi hatırlıyorum. Burda da muhteşem bir balık ziyafeti yaşadık, ayırca garsonların çat pat türkçe konuşmaları, Türkiye ve Türk sporu hakkındaki yorumlarıyla keyifli bir gece geçirdiğimizi söyleyebilirim. Limeneria’nın sokaklarında bolca hediyelik eşya dükkanı ve alternatif mağazalar da bulabilirsiniz.

 

Mesela biz bölgeye has zeytinyağını ve balı burdan aldık. Dükkan dahibi olan 85 yaşındaki yunanlı amca inanılmaz sempatikti. Türk olduğumuzu öğrenir öğrenmez sadece türkçe konuşmaya başladı, hatta hesabımızı da türkçe rakamlarla yaptı:) Yaşına rağmen bütün hesaplamayı kafasından ve hatasız yapması ise gecenin en büyük eğlencesiydi! Sizin de birgün adaya yolunuz düşerse bu amcayla tanışmayı ihmal etmeyin derim:)

Sevgiler,
Pinkkleo

Reklam