Hepinize kocaman bir merhaba:) Açıkçası neresinden başlayacağımı bilmediğim, ne zaman ve kaç tane post ile bitirebilirim diye öngöremediğim hayatımdaki en keyifli gezilerin başında gelen, halan düşündükçe eğlendiğim ve heycanlandığım Roma – Floransa gezimizle tekrar karşınızdayım:) Daha Samui’den döneli iki üç gün olmuştu ki, canım arkadaş grubumun gazı ve galyanıyla ekim ayının ortasında elimde Mayıs ayı için iki kişilik Pegasus – Roma uçak bileti varken buldum kendimi!

Roma..Daha önce görmediğim ama görmek istediğim rüya şehirlerimin en başında yer alıyordu..İstinasız 7 ay boyunca her gün ince ince çalışıp hazırlandık bu geziye.. Çok dalga konusu olduk ne yalan söyleyeyim, ama beraber İtalya’ya gidecek olmamızın verdiği o kadar büyük bir mutluluk ve heyecan vardı ki kendimizi alıkoyamıyorduk işte! Biletlerimiz hazır olduğu için ilk işimiz erken rezervasyon avantajlarından yararlanıp sezona göre daha ucuz fiyatlarla güzel bir otel bulmak oldu. Booking.com üzerinde yaptığımız derin çalışmalar sonucunda bulduğumuz Flann O’Brien Rooms da kalmaya karar vermiştik. Otelin detaylarını sonra aktaracağım zaten.. Roma otel açısından çok zengin bir bölge ama metro ağına yakın şehir merkezinde bir oteli uygun fiyatlara bulmak istiyorsanız, özellikle de yüksek sezon olan Nisan – Ekim arası, bu oldukça zor! Eğer bu mevsimde gidecekseniz, ki bence Roma için en güzel mevsim, kesinlikle en az 3 ay önceden otelinizi ayarlayın ve son dakikalara bırakmayın derim. Ekim sonunda biletimizi, Ocak ayında otelimizi netleştirdikten sonra, ufak ufak nerelere gideriz diye araştırmamıza devam ettik, ve seyahatimizi sadece Roma ile sınırlamanın haksızlık olabileceğini düşünerek  Floransa’yı da günebirlik olarak programımıza dahil ettik. 8 kişilik ekibimizin yarısı daha önceden Floransa’ yı gördüğü için sadece 4 kişilik tren  biletini iyice pahalanmadan alıp, ulaşım organizasyonumuzu tamamladık. Girişinde çok sıra bekleyeceğimiz konusunda oldukça fazla yorum okuyup tavsiye aldığımız Vatikan ziyareti için biletlerimizi de internet üzerinden online satınaldıktan sonra oldukça donanımlı olarak gezimize hazırdık:)

27 Mayıs Cuma sabahı klasik – pek bir sıkışık pegasus uçuşumuzla saat 10 civarında Sabiha Gökçen’den ayrıldık ve 14:30 da Roma’ nın Sabiha Gökçeni diyebileceğimiz Fiumicino havalimanına vardık. Dakika 1: Gol:1, yere ayak basar basmaz iki italyanın kavgasıyla karşıya karşıya kaldık. Hayatımda bu kadar hızlı, büyük ihtimal küfür eden, çığlık atan, bağıran, çağıran ama hiç şiddetsiz kavgasını sürdürebilen iki kişi daha görmemiştim. Bu eğlenceye tanık olduktan sonra uzunca bir süre bavullarımızı beklemek zorunda kaldık, belirtmeliyimki havalanı karışık, küçük ve dar. İlk eğlence deneyimimizi otomatlarla başlattık. Aldığımız bir duyuma göre 1 TL ile 1 Euro aynı boyutta olduğu için Roma’daki tüm otomatlardan 1 TL’ye içecek ve yiyecek alabiliyorduk:) Büyük Yalan!! Havaalanındaki ilk deneyimimiz tabiki de başarısız oldu:) Bu da buraya ait ilk ama sanırım son hayal kırıklığımızdı, cebimizde bir sürü 1 TL ile havaalanından çıkıp otel transferi için bizi bekleyen şöförleri aramaya koyulduk:) Roma’ya gelmeden bir kaç gün önce otel bizi bizzat evden arayarak ( gece 11 civarıydı sanırım, italyan aksanlı bir ingilizceyle uykumdan uyanmıştım:) )havaalanı transferi konusunda destek verebileceğini iletmişti.

Kişi başı taksiden oldukça uygun bir fiyata (sanırım 12 Euro) otele kadar lüx bir Mercedes C ve Vito ile transferimizi gerçekleştirdiler.

Grubu ikiye bölüp arabalara yerleştik, bizim şoförümüz Massimo resimden de anlayacağınız üzere kendine oldukça güvenen ve sempatik bir İtalyan’dı.

Otele kadar bizimle şeker şeker sohpet edip, etrafı anlatmaya çalıştı. Havalanından ayrıldıktan yaklaşık 30 dakika sonra otelimize varmıştık.

 

 

İsmini İrlandalı yazar ve gazeteci Biran O’Nolan’ın takma ismi Flann O’Brien ‘dan almış olan bir Irish Pub  – Restaurant’a bağlı odalardan oluşan otelimizin resepsiyonu da Pub’ın kasasıydı:) Bizi karşılayanlar Anna ve Tonino oldu. Zaten aylardır sürekli yazışıp konuştuğumuz için artık birbirimizi tanır hale gelmiştik:) Bizi oldukça sıcak bir şekilde karşılayıp, Pub’ın dışarı çıkartıp hemen 10 metre ilerideki bir kapının önüne getirdiler. Önünde durduğumuz büyük demir bir kapı açıldı ve yukarıya doğru uzanan dar ve dik tahta merdivenleri çıktıktan sonra 4 ayrı odanın tamamının tek bir koridora bağlandığı, her ne kadar hiç kullanmasakta minik bir mutfağı barındıran minik otelimize kavuştuk. Otel demeye pek de dilim varmıyor aslında, evimize ve odalarımıza demek daha doğru olur. Odalar oldukça zarif, beyaz şekilde döşenmişti, temiz, modern banyo ve tuvaletlere sahipti. O ana kadar hep biraz şüphemiz olsa da, resimlerle kandırılmadığımız için çokk mutluyduk:)

Eşyaları bırakıp saat 16:00 civarı kendimizi otelimizin bulunduğu Via Nazionale Caddesinden Roma’nın hareketli sokaklarına attık. Ellerimizde haritalar, bi taraftan telefonların map’lerini açıp başladık sokakları arşınlamaya, Mayıs ayında gitmemizin en büyük faydası havanın geç kararıyor olmasıydı. İlk günümüz dolu dolu geçirebilecektik, bu nedenle daha önceden yaptığımız plana göre ilk istikametimiz Aşk Çeşmesi yani “Fontana Di Trevi” oldu. Buraya doğru yol alırken, geçtiğimiz sokaklar hiç aklımızda olmayan yerleri de keşfetmemize yardımcı oldu. Karşımıza çıkan ilk merak uyandıran yer, Roma’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve önündeki küçük meydan oldu.

Hemen önündeki geniş merdivenlerden aşağıya doğru devam ettiğimizde ise klasik italyan mimarisine sahip uzun ince ama bir o kadar renkli Roma sokakları arasında ilerleyeme devam ettik. Roma’da her sokakta ilgi çekici başka bir dükkan veya mağaza görmek mümkün, benden tavsiye beğendiklerinizi mutlaka not alın çünkü benzerleriyle karıştırma durumunuz yüksek ve tabi aynı yeri bir daha bulamama riskinizde:) Etrafı hayranlıkla inceleyerek her detayı fotoğraflayarak dolaşmamıza rağmen ilk hedefimize ulaşmamız 30 dakikayı bulmamıştı. Sokaklarda oluşan insan kalabalığından, artan cafe ve hediyelik eşyacı sayısından çeşmenin yakınlarına geldiğimizi anlamak zor olmadı. Anlamakta zorlandığımız tek şey bu heybetli ve inanılmaz güzellikteki tarihi yapının bu küçük sokakların arasına nasıl yapıldığı ve bugüne kadar nasıl korunduğuydu.

İlk gördüğümde içimde oluşan heyecan ve ihtişam duygulaırnı anlatmak için kelimeler gerçekten ifadesiz kalabilir. Burası kuşkusuz trafında barındırdığı kalabalık ve coşkulu turist topluluğunun da etkisiyle insanı hemen içine çeken ve büyüleyen bir mekan. Buranın hikayesi Roma’lı askerlerin susuz kaldıkları bir anda güzel bir kızın meydana çıkıp onlara su bulmaları için kazmaları gereken yeri göstermesiyle ilgiliymiş. En azından elimizdeki travel guide’da öyle yazıyordu:) Bir meşhur rivayete göre, çeşmeye arkanızı dönüp sol omzunuzun üstünden atmak koşuluyla suya para düşürdüğünüz takdirde hem Roma’ya bir kez daha geliyormuşsunuz hem de içinizden geçen dilek en yakın zamanda gerçekleşiyormuş. Önce itinayla etrafında yürüyüp genel görüntüyü aldıktan hemen sonra oraya giden her turist gibi bizler de bozuk paramızı atıp sırayla dileğimizi diledik. Kalabalık olduğumuz için bu merasim uzun sürmedi desem yalan olur:) Ama en azından aramızdan birinin daha Roma’dan ayrılmadan dileğine kavuştuğunu söyleyebilirim:) Çeşmenin etrafında biraz daha vakit geçirip, buraya tekrar geleceğimizi çok iyi bildiğimizden yavaşça yan sokakların içinde yeni hedefimize doğru ilerlemeye başladık..Çiçekli balkonları ve renkli panjurlarıyla birer sevimlilik abidesi olan sokaklar bizi sonunda oldukça ilginç bir yapıya getirmişti.

 

Aslında mantıkta sokak olan ancak üstü tamamen camla kapatılmış ve bu haliyle adeta kafesi andıran bir çarşıya girmiştik. İçinde bir çok küçük butik ve mağaza olan bu çarşıyı hızlıca gezip geçip, yine klasik dar bir sokak boyunca ilerleyip muhteşem kalabalığıyla Spagna Meydanı yani “Piazza Di Spagna” ve önündeki meşhur İspanyol Merdivenleri tam şarşımızda duruyordu.

Merdivenler 138 basamaktan oluşuyor ve 1723 yılında yapılmış. Merdivenlerin üzerini canlı renkte bir sürü çiçek ile süslenmişti, ilk basmağın hemen önünde de küçük fiskiyeli bir çeşme var, bir hikayesi de vardı okumuştum ama sanırım şu an hatırlayamayacağım kadar geride kaldı:)

Burda hem biraz dinlenmek hem merdivenlerin hareket ve canlılığının tadını çıkarmak ve birkaç fotoğraf çekmek için basamaklarda kendimize genişçe bir yer bulduk ve biraz yayıldık:) Meydanda at arabasıyla etrafı gezmekve çok sayıda çiçek satıcısıyla karşılaşmak mümkün. Bu sevimli arkadaşların size yapışması da çok mümkün, çantalarınıza dikkat etmeniz konusunda uyarı yapmama gerek yok sanırım, İtalya, özellikle de Roma Avrupa’da en çok hırsızı barındıran bölge! Aman Dikkat diyip, yola devam ediyoruz:)

Merdivenlerin hemen karşısında bizi karşılan cadde Via Condotti’ydi. Roma’nın en pahalı butikleri, mağazaları ve cafelerini barındıran sokak, onlara göre cadde 🙂 İncecik upuzun bir ip gibi, sağımızda Gucci, solumuzda Prada 🙂 Yola devam etmek biz bayanlar için biraz zor olsa da artık acıkmıştık, hepimiz biliyorduk ki aç insan oynamaz 🙂 Bu caddeye açılan sokakların birinde şirin küçük bir italyan mutfağına çöküp, bir sürü pizza söylediğimizi hatırlıyorum, bilincim yerime geldiğinde tabaklarda hiç bir şey kalmamıştı zaten 🙂 

Oldukça lezzetli olduğunu söyleyebileceğim ilk pizza deneyimimizin ardından yavaş yavaş, salına salına geldiğimiz sokakların paralelinden farklı yerleri keşfederek otelimize geri dönmeye karar verdik, ama önce Via Condotti’nin Spagna meydanın açılan ağzına çok yakın “Antico Cafe Greco” Roma’nın en iyi tramisusunu yapıyormuş dediler, tabiki de gittik 🙂 Ama mutfakları tadilata alındığı için deneyemedik!

 

İçimde kalan bir nokta, mutlaka bir gün gidip tadacağım ama kendime sözüm var! Hemen yanındaki sokağın içindeki dondurmacı da fena değildi denemenizi tasviye ederim.

Dönüş yolunda farklı bir istikamet seçmemizle beraber hava kararmadan “Quattro Fontane“ olarak bilinen 4 çeşmenin arasından geçme şansımız oldu. Otele dönüp biraz dinlenmeden önce otelimizin bulunduu Via Nazionale caddesinin sonundaki Republica Meydanına yürüyerek burayı da hızlıca dolaşmamızın ardından, iki saat sonra buluşmak üzere artık biraz dinlenmek için odalarımıza çekildik.

Akşam otelimizden çok uzaklaşmadan Republica Meydanı’nın hemen aşağısında kalan Via Veneto üzerinde bir restaurantta atıştırmalık bir şeyler ısmarlayıp ( atıştırmalık dediğime bakmayın, 8 yeme potansiyeli yüksek insana yetecek kadar bufalo mozerella, pizza ve tramisu’dan bahsediyorum:)) keyifle ilk italyan şarabımızı yudumladık.

Burada Pıtırcan’ın garsona “Ashtrayy, ashtrahh, can you change it, hadi bakimmmm:)” diye seslenmesi, gezimize damga vuran özlü demeçlerden biri olmuştu, yazmadan geçemedim:) Bunlardan çokça var, yeri geldikçe paylaşılacak tabiki 🙂 İlk gece erken yatıp yeni güne dinlenmiş başlamamız gerekiyordu, çünkü ertesi gün büyük Vatikan turumuzu gerçekleştirecektik.

Yeni günde Vatikan’da görüşmek üzere,

Sevgiler,
Pinkkleo

Reklam