Yunan kültürünü oldum olası sevmişimdir, müziklerini, balıklarını, denizinin mavisini. Belki de bu sevdayla yola çıkıp soluğu Atina’da almış olabiliriz, ama itiraf etmeliyim, Atina bende tam olarak bu etkiyi yaratmadı. Sokaklarında gezerken kendimizi çoğu zaman Türkiye’nin göbeğinde hissettiğimiz bir deneyim oldu.
Yabancılık çekilmeyecek, Avrupa’nın snopluğunu barındırmayan bir şehir, sokakları çok hareketli, her yer gençlerle dolu, insanları güzel, güler yüzlü ve sıcakkanlı, kafeleri ve barları çok keyifli.
Şehrin açık hava müzesi özelliği taşıması da cabası, dolaşırken atılan her adımda size tarihini ve kültürünü yaşatıyor.
Atina tıpkı İstanbul gibi, tepeler üzerine kurulmuş aslında ve bence bu şehir en güzel yine tepelerden seyrediliyor. Kocaman Yunanistan’ı düşündüğünüzde ülke nüfusunun %25’nin Atina’da yaşadığını düşünürsek, biraz sıkış tıkış, betonla doldurulmuş ama yine de sade bir şehir. Bu arada belirtmeden geçmeyelim, Atina dünyanın en eski şehirlerinden birisi, tarihi 3600 yıl öncesine dayanıyor, ismini de Yunan mitolojisinde zekâ, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçası olan, aynı zamanda şehrin de koruyucusu olan Athena’dan alıyor.
Dedim ya kendinizi hiç yabancı hissetmiyorsunuz Atina’da. Türk olduğunuzu duyunca daha da ilgi gösteriyor Yunanlar, hemen Türkçe konuşmaya başlıyorlar.Atina turistik olarak gezilecek görülecek yerler konusunda hiç sıkıntı çekmeyeceğiniz bir yer.
Şehrin en merkezi yerlerinden birisi olan Monastiraki için bir nevi Atina’nın Sultanahmet’i.
Monastiraki Meydanı’nda dikkatinizi ilk çekecek olan yapı, bugün Yunan Halk Sanatı Müzesi olarak kullanılan Mustafa Ağa Tsisdarakis Camii.
Bu yapı 1759’da dönemin Atina valisi Tsisdarakis tarafından yaptırılmış. 1821’deki Yunan isyanında sonra minaresi yıkılmış. Maalesef şu anda Atina’da hizmet veren hiçbir camii bulunmuyor.
Monastiraki’ de bol sayıda turistik butik, kafe, restoran ve dükkân var. Hem turistlerin, hem de Atina’lıların bolca takıldığı bir yer. Bize çok turistik geldiği için biz fazla vakit geçirmeden içinden hızlıca yürüyüp geçtik.
Monastiraki’ nin hemen yanındaki Plaka Osmanlı zamanında Türk mahallesiymiş. İki katlı, rengârenk cumbalı evler ve taş sokaklarla dolu. Çevreye yakın Psiri de çok keyifli bir bölge… Psiri aynı zamanda kafe, bar ve canlı müzik tavernalarıyla da ünlü. Buralarda dolaşıp kaybolmak, Atina da değilde yunan adalarında dolaşıyorsunuz hissi yaratıyor.
Biz konaklayacağımız evi seçerken Airbnb’yi tercih ettik. Ve tüm yakın arkadaş tecrübelerinden yola çıkıp Plaka bölgesini tercih ettik. Kesinlikle tavsiye edebileceğim bir ev (Airbnb Atina Plaka Ev), hem lokasyon hem de ev ihtiyaçlarının karşılanması anlamında, yeniden gitsem tercih ederim. Evin lokasyonu sayesinde hiç araba, metro, vb. ulaşım araçlarına ihtiyaç duymadık. Her yere yürüyebildik, en iyi yeme içme yerlerini keşfedebildik. Mutfak ve banyo ekipmanlarının yeterliliği, odalarının rahatlığı, modern dizaynı ve hem şehrin göbeğinde hem de sakin bir sokakta oluşuyla kesinlikle dört dörtlüktü.
Evimiz aynı zamanda, Atina’nın en ünlü meydanlarından biri olan Syntagma Meydanı’ na da çok yakındı. Bu meydan aslında çok ünlü ama aynı zamanda çokta sıradan. Türkiye’ deki meydanlardan daha üstün bir özelliği yok. Meydana ait en ilginç tecrübe buradaki Parlamento Binası’nda, Meçhul Asker Anıtı önünde nöbet tutan askerler ve rastlarsanız nöbet değişimleri olacaktır. Onun dışında bolca turist ve güvercin var 🙂
Yine Atina için simgelerden biri olan Ermou Caddesi bu meydana açılıyor. Bu cadde bizim istiklal caddemizin kısa kopyası gibi. Bolca mağazanın bulunduğu, alışveriş yapılabilecek, kalabalık bir cadde. Çevresinde en iyi yeme içme deneyimlerini yaşayabilirsiniz. Ermou Caddesi’nde ve Syntagma Meydanı istikametine doğru devam ettiğinizde Pagan Kilisesi’ne gelmeden önce hemen solunuzda Agias İrinis Meydanı’nı göreceksiniz. Burası; sokaklara masa atılan kafe&barların olduğu, Cihangir ya da Asmalımescit’e benzeyen bir bölge. Bahar ve yaz aylarına denk gelirseniz buradan ayrılmak istemezsiniz.
Geldik Atina’nın en önemli, en meşhur yerine, tahminleri alayım?
Evet, doğru bildiniz, Akropolis!
Yunanca’ da “yukarıda bulunan şehir” anlamına geliyor. Adı üstünde, şehrin tam ortasında bulunan kayalık bir tepenin üstünde kurulmuş. Şehrin her yerinden görülüyor. Atina’ya gelip de Akropolis’ e çıkmayan kimse, Atina’ya gitmiş sayılmaz! Diyorlar, ama biz çıkmadık 🙂 Sadece yakındaki bir tepeye çıkıp bu güzel şaheseri karşıdan gözlemledik. Çünkü bizce Akropolis karşıdan daha güzel 🙂 ( Tıpki Kız Kulesinin güzelliğinin içinden görülemediği gibi)
Akropolis’teki en önemli yapıt ise, M.Ö. 5. yüzyılda Athena’ya adanarak yapılmış bir tapına olan Parthenon. Antik Yunan’dan günümüze kalan en ünlü ve en büyük esermiş.
Akropolis’ten aşağıya Plaka tarafından inerken çok çok güzel sokaklar ve bu sokaklarda, gel bir kahve iç diyen bir sürü şirin kafe mevcut. Yunan tarihi ile daha detaylı bilgi edinmek isterseniz Akropolis Müzesi de bu güzergâhta.
Bu şehir sadece tarih ve kafelerden mi ibaret derseniz, tabi ki hayır..Kolonaki sizin için biraz daha lüks bir dinlenme durağı olabilir. Burası Atina’nın Nişantaşı’sı diyebiliriz, şehrin en şık ve havalı semti. Her yerde tasarımcı butikleri, restoran ve açık hava kafeleri var. En popüler caddeleri Voukourestiou ile Panepistimou. Prada, Gucci, Hermés gibi markalardan lüks alışverişi seviyorsanız, burası tam size göre. Şehrin en meşhur kafesi de tam da bu semtte.
Şehir merkezine uzak ama deniz havasının hâkim olduğu farklı bir yerleri de görmeden Atina’dan dönem diyorsanız ben mutlaka araba ile yarım saat uzaklıktaki Pire Limanı’ nı görmenizi öneririm. Pire, Atina’nın deniz kenarındaki mahallesi. Biz gittiğimizde malesef çok yağmur vardı, keşfedemedik ancak eminim hava güzelken Pire’ye gidip hem deniz havası alabiliriz, hem de kalamar, ahtapot gibi deniz ürünlerinin tadını çıkartabilirsiniz.
Bu arada Atina’da UBER harika işliyor. Biz havalimanı transferlerimizi ve Pire ziyaretimizi UBER ile gerçekleştirdik, tecrübemiz gayet olumlu.