Fransa hiç gidip görmediğim halde, belki de gidenlerden pozitif enerjisini hiç alamadığım; bu nedenle de bende hiç merak uyandırmayan bir ülkeydi. Gidersem bir gün Zeyno’yu Disneyland’ a götürmek için olur deyip dururken, bayram tatili için kendimi Nice’ e bilet almışken buldum. Yine de içimde bir yerde ” Aman Güney Fransa gerçek anlamda“Fransa“ sayılmaz, oraya Akdeniz havası hâkim farklıdır” diye avuttum kendimi. Doğru bir kararmış, ön yargısız yaşamayı tecrübelerle öğreniyor insan!
Cote D’Azur mavi kıyı demek, nam-ı diğer Fransız Rivierası Batı’dan Doğu’ya St Tropez – Cannes – Grasse – Antibes – St Paul ve Vence Tarihi Kasabaları – Nice – Villefrance – Cap Ferrat – Eze Tarihi Köyü – Monaco – Menton – San Remo’dan oluşuyor.
Biz sadece 2 günümüz olduğu için sınırlı vaktimizi Eze, Monaco ve Nice çevresinde geçirebildik.
Bu yüzdendir eminim sıcaklığı ve güzelliğiyle beni şaşırtan bu güzel coğrafya ya bir kez daha gidebiliriz 🙂
THY uçuşuyla yola çıktığımız yolcukta ön bir planlama ile sağ taraftan koltuk ayarladığım çok isabetli oldu, İtalya sınırından itibaren tüm rivierayı yukarıdan gözlemleme sansımız oldu.
Nice Havalimanı da indiğim en küçük havalimanlarından biriydi, denizin üzerine kurulmuş olması inişte ufak çaplı bir heyecan yaratmadı değil. Ama bu heyecan alana inince yerini tamamen şaşkınlığa bıraktı çünkü ben hiç bu kadar jeti bir arada görmemiştim 🙂
Bu şaşaalı karşılamadan sonra bir taksiye binip otele gitmek yakışırdı diyenleriniz olabilir, ama biz 98 no’lu sahil şeridinden giden otobüs ile gitmeye karar verdik. Bence şehir merkezine gitmek için çıkıştaki en rahat yol bu otobüsler. 98 veya 99 (farklı güzergâhlar) numaralı otobüs ile şehre 6 Euro’ya gidebilirsiniz. Süresi ise ortalama 25-30 dakika.
Biz ilk günü Eze ve Monaco’ya, 2. Günümüzü ise tamamen Nice’e ayırdığımız için şehrin en merkezi noktasında otel bulmaya özen gösterdim. Otelimiz Hotel Le Meurice’ di. Massena meydanına ve sahile sadece 3 dakika yürüme mesafesinde, oldukça modern, olanakları yeterli bir oteldi, tüm Nice ziyaretçilerine şiddetle öneriyorum.
Eze Village yazılan ama “Ez Vilaj” okunan şahane ötesi mini dağ köyünü görmek için Garibaldi Meydanına çok yakın olan Boyer durağından “82 nolu “ otobüse binebilirsiniz.
Çok turistik bir coğrafya olduğu için otobüsler çok doluyor ve ayakta seyahat etme durumu söz konusu ama buna rağmen otobüste sağ tarafta durup sizi bekleyen manzaranın tadını çıkartın derim.
Nice’teki duraktan Eze’ deki durağa yarım saat içinde varılıyor, indiğinizde tek yapmanız gereken kafanızı kaldırıp yukarı bakmanız, çünkü köyün asıl taş sokakları, şirin dükkânları, en tepede manzaraya hâkim olan botanik bahçesi, çeşmeleri, kiliseleri, vs. görmek için tırmanmanız gerekiyor. Ayağınızda mutlaka rahat ayakkabılar olsun, ve sırtınızda da az yük:)
Tırmanışa geçmeden hemen önce sol tarafta Nietzcshe’ nin yolu diye bir tabela görebilirsiniz, bu yol “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ün bir bölümünü bu güzel köyde yazan Nietzsche’nin yürüyüş rotasıymış. Eze köyünün sahil kasabasıyla dağ kasabasını birleştiren patika yol, inmesi yaklaşık 1,5 saat sürüyormuş, deneyenlerden edinilen bir bilgi bu, çıkmasını varın siz düşünün 🙂
Eze’ i gerçek anlamda sadece yürüyerek keşfedebilirsiniz, taş duvarlar, begonviller, zaman zaman karşınıza çıkan deniz manzarası, her köşesinde bir hikâye, bir tarih, bir güzellik. O kadar zevk alacaksınız ki sokaklarında yürümekten, bence Monaco’ya giden treni yakalamayı ertelemek isteyebilirsiniz.
Chateau de la Chevre d’ Or.. Köyün en meşhur yerlerinden biri “Altın Keçi Şatosu”.. Aynı zamanda otel ve restoran olarak hizmet veriyor, tesadüfen girdiğimiz bu mekanda keşke kendimizi unutsaydık diyorum şimdi hatırladıkça, sadece bir kahve molası verdiğimiz için de kendime çok kızıyorum..
Eze görsel güzelliklerinin yanı sıra aynı zamanda parfüm fabrikalarıyla da ünlü bir köy. Sokakları mis gibi kokuyor..Ünlü parfüm üreticileri Fragonard ve Galimard‘ın fabrikalarını, tarihi müzelerini ve satış mağazalarını bulabileceğiniz meydan tam da otobüsten indiğiniz noktada.
Kokular gerçekten olağanüstü diyebilirim. Parfüm dışında bir sürü ev kokusu, sabun, losyon, eaux de toilette, kolonya da bulabileceğiniz mis kokulu bu ortamlardan çıkmak istemeyeceksiniz. Fragonard 2015 senesini “Yasemin Çiçeği “yılı olarak seçmiş, yasemin kokulu ürünlerinden denemeden ve almadan dönmedik tabi ki:)
Bu büyülü mekanda dolu dolu 2 saat geçirdikten sonra, 112 nolu Monaco otobüsünü yakalıyoruz, trafik olmasına rağmen yolculuğumuz yine yarım saat içinde sonlanıyor.
Ta ta taaaa tammmm! Muhteşem Monaco ve muhteşem Monte Carlo karşınızda. Ne kadar muhteşem tabi ki buna siz karar vereceksiniz, benim için beton yığını ve tekne garajından öteye gidemese de, bu minik ülkenin kendine münhasır ve eşi benzeri olmayan bir yer olduğunu kabul edebiliriz.
Monaco Vatikan’dan sonra dünyanın ikinci en küçük ülkesi. Nüfusu yaklaşık 35,000 ve yüz ölçümü ise 18 km² 🙂 Monte Carlo ülkenin en büyük bölgesi ve nüfusun en yoğun olduğu yer. Bence ilçe bile sayılamayacak kadar ufak ama neyse:) Küçük olan sevimlidir, ilkesinin pek geçerli olmadığı bir yer burası bence. Yamaçlara yapılmış çok katlı binalarla dolu, bana göre hiçbir özelliği olmayan bir yer işte. Ama tabi ülkenin hedef kitlesi bizim gibi meraklı turistler değil, dünya jet sosyetesi olduğu için bunun bir önemi kalmıyor. Buraya dopdolu cüzdanlarıyla kumar oynamaya, lüks otellerde kalmaya, teknelerinin boylarını yarıştıranlara, Formula 1 yarışlarını en önce izleyenlere “jetset” bunlarında dışında gelip bizim gibi aylak aylak dolaşanlara turist deniyor 🙂
Şehre göz atmak istediğinizde sizi ilk Prenslik sarayı, marina ve kumarhane karşılıyor olacak. Bu üçünü gezdiğinizde koskoca bir ülkeyi bitirmiş olacaksınız. Vaktiniz varsa meşhur Cafe de Paris’de yemek veya içki alıp ve karşısındaki dünyaca ünlü markaları bulunduran alışveriş merkezinde de biraz zaman öldürebilirsiniz. Cafe de Paris fiyatları oldukça hatırlatmadan geçmeyelim:)
Tüm bu saydığım yerleri gezmek için dik yokuşlar ve merdivenler sizi bekliyor, Monaco ufak bir yüz ölçümüne sahip olduğu için yatay büyüme yerine dikey büyümeyi tercih etmek zorunda kalmış bir şehir, o yüzden dolaşması biraz zahmetli.
Nice’e geri dönüş için yine 112 nolu otobüse binebileceğiniz gibi, biraz eforla tepede bulunan tren garına yürüyüp her saat içinde bir iki kez kalkan ve Nice’e uğrayan trenleri de kullanabilirsiniz. Trenle Nice’e ulaşmamız 17 dakika sürüyor, bence zaman kazanmak için iyi bir tercih olabilir.
Bu arada Eze ve monaco otobüsleri için kişi başı 1,5 €, Nice geri dönüş biletimiz için kişibaşı 5,5 € ödüyoruz, şehirler arası ulaşım için oldukça ekonomik rakamlar, eğer otobüs ve trenle uğraşamam derseniz, araba kiralamanızı önerebilirim, ama yolların dar ve tek şerit olması olası trafik senaryolarında çok sevimli olmuyor benden söylemesi.
Nice ulaştığımız akşamüzeri saatlerini otelde biraz dinlenerek geçirip, akşam yemeği için Cours Saleya’a doğru gezintiye çıkıyoruz. Fransa İngilizce kullanımı konusunda biraz sınıfta kaldığı için, akşam yemeği rezervasyonlarımızı riske etmemek adına “The Fork” üzerinden iki gece için yer ayırtmıştım. Sistem gerçekten olağan üstü faydalı ve sorunsuz çalışıyor. Siz sitede rezervasyon yapmak istediğiniz restoran için gün, saat ve kişi sayısı talebinizi bildiriyorsunuz, onlarda sizin adınıza rezervasyon yapıp size bununla ilgili teyit bilgisi veriyor. Ben ilk gece için “Chez Freddy” i tercih ettik, burada zengin Akdeniz balık mutfağını denedik ve bizden tam puan aldı, tercihimiz olan acı soslu karides, kızarmış kalamar, karışık kızarmış balık tabağı ve ıstakoz ve yanında provence yöresinin bir rose şarabı. En vurucu nokta ise gecemizi taçlandıran krem brüle 🙂
Nice’ e gelip balık mutfağını tatmadan dönmeyin, şimdiden afiyet olsun 🙂
Sevgiler,
Pinkkleo