Çok sevgili bir arkadaşımın düğünü için Çanakkale’ ye davet edilince, hem yolculuğu uzatıp rahat bir zamana yaymak hem de keyfini uzatmak için düğünden önce bir gün Bozcaada’yı rotamıza dahil etme kararıyla beni kaplayan heyecanı size anlatamam..
Senelerdir gitmek isteyip bir türlü zaman ayıramadım bu anlatmakla bitirilemeyen güzel adayı ziyaret etme fırsatını yakalayınca dünyalar benim oldu.. Sınırlı zaman 1 tam günümüz olunca, zaman kaybetmemek adına ve adaya geçen ilk vapura binebilmek için İstanbul’ dan gece 01:00 civarı yola çıktık. Tekirdağ- Keşan üzerinden hiç molasız Eceabat’a gelişimiz sabah 04.30 sularındaydı. İskelede araba sırasına girip, 05.30’daki Çanakkale vapurunu beklemeye başladık, biraz uyku için de fırsat yakalamıştık aslında derken şaşırtıcı bir sarsıntıyla irkildik, deprem oluyordu 😦 Vapura binene kadar iki üç kez daha sarsıldık.. Sanırım yöre halkı alışmış arabayla bekleyen yolcular dışında kimseden aşırı tepki görmedik, ama ilerleyen saatlerde öğrendik ki, merkez üssü Eceabat’ mış ve 4.8 ve altında şiddetlerde olmuş deprem, demek ki merkezinde yakalanınca baya hissediliyormuş dedik.. Bu tarzlar şeyleri yazmayı sevmiyorum ama maalesef deprem ülkemizin bir gerçeği ve bununla yüzleşmemiz ve önlemlerimizi her zaman almış olmamız gerekli.
Çanakkale’ye geçip, kısa bir yolculuk sonrası Geyikli’ ye vardık. Adaya geçiş için Geyikli’ ye gelip feribot sırasına girmeniz gerekiyor, ancak adadan dönüş için feribota arabayla binecekseniz rezervasyon zorunlu.
Eğer adadan dönüşte rezervasyonunuz yoksa feribotlara kabul edilmiyorsunuz. 08.00’de kalkan ilk feribota binip, 45 dakika sonrasında ta ta tammmm.. Bozcaada henüz uyanmamışken karşımızdaydı.. İlk bakışta ada yeşilden uzak ve çorak gelebilir, bu sizi yanıltmasın, arkalara doğru ilerlediğinizde yemyeşil bağlar sizi bekliyor.. Bizi ilk karşılayan ise tüm ihtişamıyla Bozcaada Kalesi oluyor..
Biz Rum Mahallesi içinde yer alan “Katina Hotel” de kaldık, lokasyonu muhteşem, odaları çok yeterli, tertemiz, ilgili ve güler yüzlü otel sahipleri her isteğimize hızlıca cevap verdikleri gibi, bizi adanın keyfini çıkartmamız için oldukça bilinçli yönlendirmelerle uğurluyorlar kahvaltının ardından.
Otelde geçen bir saatimizin ardından ilk durağımız ada meydanında bulunan adanın merkezi de sayılabilecek Çınaraltı Kahvesi Burası bir nevi buluşma noktası.
Kocaman çınar ağacının gölgesindeki masalar hiç boş kalmıyor.
Bozcaada’nın her köşesi gibi burası da püfür püfür esiyor, çok keyifli. Bizde hemen bir yer bulup hazır taburelere oturup, sakızlı kahvelerimizin ve kurabiyelerin tadını çıkarttık.
Adanın damla sakızlı ve bademli kurabiyelerle çok ünlü. Ağızda dağılan kurabiyeler, kavala kurabiyesinin çok benziyor. Almadan ve tatmadan sakın dönmeyin derim.
Buradan adanın aşağısından dolanan sahil yoluna ilerleyip, Ayazma Plajı istikametinde manzaranın keyfini çıkartarak yavaşça yol aldık, Ayazma’ ya geldiğimizde kalabalıktan korkup devam etmeye karar verdik.
Deniz için durağımız Habbele Plajı oldu. Daha önceden yer ayırtırsak herhâlde daha iyi bir şezlong bulabilirdik ama buna şükür diyebileceğimiz şekilde bir yarım saat bekleme sonrasında gölge bir yerde yer edindik kendimize, Mitos Plajı’ndan bahsediyorum tabi.. Burada bir 20 TL karşılığında şezlong ve şemsiye alabiliyorsunuz, ama plajı ve çevreyi biliyor olsaydım kesinlikle tesise girmezdim ve kıyıdan kenardan geçip plaja havlumla oturmayı tercih ederdim. Habbele’ nin suyu buz gibi, diyemem, yeteriz kalır tanımlamaya :), sanırım hayatımda bundan soğuk denize girmemiştim!!!, vücudum felç oldu, ama keyfini anlatamam o kadar berrak ve temiz bir su ki vücudunuz alışınca içinden çıkmak istemiyorsunuz.
Deniz keyfi ve püfür püfür esen sahilde ki uyku molasından sonra, takdir edersiniz ki bütün gece yoldaydık, yorgunluktan bayılmışız :); gün batmadan otel geri döndük ve adanın masalsı sokaklarını keşfe çıktık. Maalesef tavsiye edildiği gibi Polente’ de gün batımı tecrübemiz olamadı, artık onu da bir dahaki sefer yapacağız..
Ada’nın merkezi gerçekten çok ufak, toplamını 1 saat içinde turlayıp genel olarak gezmeniz mümkün. Bu keşifte, arnavut kaldırımlı sokaklar, sardunyalı pencereler, bol bol taş ev, evlerin önünde çay içen yaşlı pamuk teyzeler, şarap üretim ve satış merkezleri, rum meyhanesi tadında, asma yaprağı altında yerlerini almış sayısız restoranla karşılaşacaksınız. Bozcaada çok keyifli, abartısız.. Hala doğal ve özünü korumayı başarmış.. Umarım bu hiç bozulmaz!
Akşam yemeği için tercihimiz son dönemin parlayan yıldızı Ada’m oldu. Adaya ilk kez gidenler genelde Sandal ve Korelinin Yeri gibi mekânları tercih ediyormuş ama biz öyle yapmadık. Yeni ve alternatif bir yer olsun istedik, klasik balık restoranı olmasın dedik ve doğru adresteydik.
8 çeşit mezeden oluşan Ada’m meze tabağı sürprizlerle dolu, kavunlu kısır, adanın çiğ dolması ya da isli ezine peyniri, sürekli değişebilen mezelerden artık hangisine denk gelirseniz… Bizim meze tabağı dışındaki tercihlerimiz deniz mahsullü ve cevizli erişte, enginarlı ahtapot ve jumbo karides oldu..
Yemeğimize eşlik eden beyaz şarabımız ise Corvus – Home Made. Şiddetle tavsiye ederim, ertesi gün satış mağazasına gidip almak istedik ancak tükenmiş 😦 Açıkçası sebzelerinin bir şekilde deniz ürünleriyle derlendiği ve ortaya çok lezzetli sonuçların çıktığı bir yer Ada’m, bence kesinlikle bir şans vermelisiniz pişman olmazsınız. Sokaktaki masalarının yanı sıra çatı terası da kalabalığın içinden sıyrılmak için harika bir yerdi bence.
Dolu dolu bir gün ve ardından keyifli bu yemekle gece deliksiz bir uyku çektik, gerçekten adanın havasından suyundan mı bilemiyorum, son zamanların en derin uykusunu aldığım doğrudur 🙂 Balkon manzaramızdan adanın güzelliğine günaydın diyoruz..
Sabaha oldukça dinç ve enerjik uyanıp, sabah kahvaltımızı yapmak üzere, aylar öncesinden yer ayırttığımız “Patiska Bağ Evi” ne doğru yola çıktık. Açıkçası başıma gelecekleri hisseder gibi, otelden çıkmadan mekânın sahibi Oya Hanım’a mesaj atıp bize bağ evini kolay bulabilmemiz için konum göndermesini rica etmiştim, iyi ki de istemişim. Konuma rağmen Patiska’ yı bulmakta çok zorlandık, hatta şahıslara ait başka bağ evlerine bile girdik 🙂 :), ama sonunda ulaştığımızda, bizi pırıl pırıl, enerji dolu gencecik arkadaşların işlettiği bir bağ evi karşıladı, harika bir kahvaltı ve temiz hava şöleni yaşadık.
Patiska, şimdi sosyal medyada binlerce takipçisi olan bir fenomen. Oya Hanım burayı meşhur ada ekmeğinin yaratıcısı Alishiro ile birlikte işletiyor, misafirlerine özene bezene kahvaltılar hazırlıyor.lar ve “Ada ekmeği” ile servis ediyorlar. Alishiro’nun ekmekleri son yıllarda instagram ile beraber Türkiye’nin en ünlüsü haline gelince, rum mahallesinde bir de küçük ekmek satış noktası ve restoran açmışlar, gidip göremedim ama o da bir sonraki sefer listemde yazılı.. Patiska yemek servisi dışında birkaç odasıyla otel hizmeti de veren bir çiftlik evi, geniş bir bahçe üzerine kurulu. Çimler üzerine kurulu beyaz pergolesi kahvaltı edebileceğiniz, keyif yapabileceğiniz alanlar. Herşey kendi bahçelerinden tazecik..
Siz şimdi Ali’nin instagram hesabından bakıp da sipariş vermek isterseniz baya bir beklersiniz benden size söylemesi, kalkın gelin Bozcaada’ya leziz ekmeklerin tadını ve Patiska’ nın keyfini canlı canlı çıkartın bence..
Buradan ayrılmak zor olsa da, feribottaki dönüş rezervasyonumuz yaklaştığı için merkeze indik yeniden. Feribottan önceki son durağımız Ada Cafe oldu, meşhur damla sakızlı muhallebisi ve buzlu servis dilen gelincik şerbeti, oldukça hafifi ve lezzetli, serinletici bir güce sahip bu yüzden sıcak yaz günlerinde Bozcaada’daysanız içebileceğiniz aynı zamanda şişeyle satın alabileceğiniz bir şey, denemeden dönmeyin derim.
Buradan sakız ve el yapımı reçeller de alabilmeniz mümkün. Adadan ayrılmadan Çamlıbağ Şarapları’na yani Yunatcılar’a uğrayıp, Karalahna şaraplarımızı da alıp adaya elimiz kolumuz dolu veda ediyoruz.
Kısa bir birliktelikti, hoşçakal Bozcaada..
Umarım bir gün yeniden görüşme fırsatı yakalarız..
Pinkkleo